Çift Çizgi





Çok sevgili sevgilim...

Sana "yürüyüşe çıktım" notu bırakamadığım için kusura bakma. Bir mektupla gittiğim için de. Ama emin ol böylesi daha iyi. Emin olmasan da yapacak bir şeyin yok. Çünkü filmlerdeki gibi, sen bu satırları okurken...
Bu sayfada yazılanları, veda busesinden daha çok, sevgili tarafından terkedilen evi kullanma kılavuzu olarak düşün. Kapıdan girdiğinde burnuna temizlik kokusu çarpmıştır diye umuyorum. Eğer öyle olmadıysa burnun tıkanmış olabilir, klimaya dikkat et. Soğuk algınlığı ile ilgili bir sorununun olmadığını düşünüyorsan da kullandığımız temizlik malzemeleri bittiğinde farklı ürünler almayı dene.

Şu anda çoktan bir sigara yaktığını düşünüyorum, aç karnına sigara içme. Dün akşamdan kalanları buzdolabına kaldırdım, yiyebileceğin kadarını ısıt. 

Yemeklerin alt rafında da mezeler var, haberin olsun. Sana göre giden bir sevgilinin ardından yapılabilecek en iyi şey, rakı sofrası kurmaktır. Bunu bildiğim için hazırlayıp dolaba kaldırdım. Biliyorsun benim içinse ilk tercih çarşaf, yastık yüzü yıkamak. Şuanda balkonda asılılar, onları içmeden önce topla. Mümkünse içkiyi de çok fazla kaçırıp yeni yıkanmış çarşaflara kusma.

Karga




Bıyıklarının uçlarını her zamanki gibi kıvırdı, yukarı doğru. Ellerini hafif ıslattı, uzun, sarı, düz saçlarında gezdirdi. Kıpkırmızı mavi gözlerini gördü aynada. "O kan" dedi hafif fısıldayarak, aynaya doğru. Gözlerindeki kanlara. Bakındı etrafına bomboştu barın pis tuvaleti. Aldı aynayı karşısına; anlatmaya başladı kırmızı taraflarına gözlerinin. Kendisine. O kan'a. "İlk cinayetimi henüz 8 saatlikken işledim. Annemi öldürdüm. En kolay cinayetim de buydu her halde. Annemden sonra hiç bedenimi kullanmadım cinayetlerimde. Tabii babamı hariç tutarsak. Onu da özel bi şekilde öldürmeliydim. Bir bıçak veya silahla öldürülmeyecek kadar saygı duyduğum bir insandı. Babamdı sonuçta. Ölürken de öyle güzeldi ki gözleri. Hakkını veriyordu öldürülmesinin. Mavisi öyle güzel soluy....." Bir tıkırdı duydu sonra. Kesti hemen cümlesini. Açıldı tuvaletin kapısı. Mengene'ydi gelen. Barın sahibi, garsonu, barmeni, filozofu. Tüm haklarının sahibi.

-Karga, kapatıyoruz artık. Saat 05.00 oldu. Benim de bi' hayatım var dostum. Çıkmayı düşünmüyor musun? Hatun da gitti zaten sen dönmüyorsun diye. -Siktirsin gitsin. Tamam çıkıyorum Mengene haklısın dostum.

Biraz Huzur





Sanki içinde bulunduğumuz anlar değersizmiş, sanki bize yetmezmiş gibi bir de kalkmış bazen diye bir kelimeye takılıyoruz. Alıyoruz onu bazen öyle, bazen böyle yok efendim şöyle diyerekten çevirip çevirip kullanıyoruz. Ama hayat bazen, bütün bu bazenlerimizi saf dışı bırakarak bize öyle bir yol çiziyor ki gerçekten apışıp kalıyoruz. Bu dünyada, geleceğinle yüzleşeceksin. Geçmiş sadece bir hatıra ve onun bir bölümünü alırsan, hikaye olur. Bütün bu yaşananlar, bütün bazenler işte bu hikayenin başlangıcı.

Bir martının günün ilk ışıklarıyla yuvasından kanatlanıp, yumurtadan yeni çıkmış yavrularını doyurmak için göklerde süzülmesi ile sabahın körü saatlerde tıklım tıklım otobüslere binen ve işine gücüne bakmak için uğraşan bizden ne farkı var ? Martı bu kadar sade bir çaba içindeyken bizim bu kadar komplike hayatlara sahip olmamız neden ? Neden kendimizi ve çevremizi bu kadar karmaşıklaştırıyoruz ? Bütün bu bir şeyleri elde edebilmek için gösterdiğimiz büyük çaba niye ? O an geldiğinde bir gün daha fazla yaşamak için yapmayacağımız şey yok. Ama bu çaba bu kadar basit bir amaç için olamaz. Olmamalı.

Bas Pedala




Kendimi yine çok sakıncalı saniyeler içerisinde buluyorum. Kocaman bir çim havuzunun içinde her biri kendi içinde insanlar. Sahil şeridinde tedirgin giden, bisiklete binmeyi yeni öğrenen, cesur çocuklar. Kimi var akşam iki liraya alacağı pilavın parasını toparlayabilmek için gün boyu boş bira şişelerini topluyor. O kadar ayrı dünyaların içinde yan yanayız ki, her şey o kadar iç içe ki. Bütün bu serüvenin içinde herkes kendine bir ritim belirliyor ve öyle yaşamaya başlıyor. Kimi hareketli, hep enerji dolu. Kimi çok romantik, aşk saçıyor. Ama hep bir ritim var devam eden. Köpeğine günlük gazeteleri okuyan kırk yaş üstü kadınlar düşünün bu koca çim havuzunda. Sevgilisini terk etmek için bahaneler arayan adamları, kadınları düşünün. Ve siz biraz düşünün. Tüm bunlar yaşandıktan dört saat sonrasına gitmek istiyorum. Biraz daha ileride izlerken kendimizi, yolun ucunda uzayan bir müzik ve bir şehrin tam kalbinden yıldırımlarla vurulmasına tanıklık edelim. Her seferinde daha yakından. Ve daha da acıtan tokatlar gibi düşerken yıldırımlar açıklanabilecek tek şey, yolda olmak. ‘’Ve’’ demek ? ‘’Senden umut yok.’’ Yoldayız henüz. Bas pedalı gökyüzüne.

Dört Ayaklı Dünya




Kendilerini görseniz hayran kalırdınız. O kocaman gözlerini size öyle bir dikerdi ki, ölümle yüzleşmek zorunda olduğunuzu anlar fakat tüm şartların karşı tarafın elinde olduğunu bilirdiniz. Sadece ellerine bakıp dünyanın en siyah siyahı olduğuna yemin edebilirdiniz. O siyahın yanında ne ışık kalırdı ne de boyut. Tüm çaresizliğinizle onun karanlığında kısa süreli devam edecek bir aşk sancısı yaşar gibi kaybolduğunuzu hisseder ve bundan sonra yaşayacaklarınızın aslında birer tekrardan ibaret olduğunu anlardınız. Fakat yine de anbean artan hayranlığınız sizi Saint Felix felaketi gibi hızlı, kararlı bir şekilde ele geçirdi. Aceleyle tüm yakınlarınızı aramak, tüm sevdiklerinize yakın olmak isterdiniz. Çevrenizde kimseyi bulamaz, koca evrende bir zerre kalırdınız. Öyle kaybolurdunuz ki varlığında, bir beyaz balina sürüsü büyüklüğündeki karın çatınızda eriyip yağmur oluklarınızdan damla damla yüreğinize dolduğunu düşünmekten kendiniz alamazdınız. Tüm bunlar olurken beyniniz Daulatpur Saturia Hortumunun yarattığı yıkımdan daha fazla yara alırdı.

Kutular





Yeni bir eve taşındığınız zaman boş odalarda yankılanan ses hemen dikkatinizi çeker. Yaşantınızı sürdürmeye devam edeceğiniz yeni alanın sizinle ilk karşılaşması. İlk temas.

Hemen hemen her insan, hayatında bir kez olsun taşınmıştır. Veya bir taşınma işinin ortasında bulmuştur kendini.

Yeni ev bakmaya başlamak sürecin ilk adımı. Daha sonra eski ev toparlanmaya başlıyor. Nakliye işleri için yakın arkadaşlara haber veriliyor. Yeni eve geçiliyor ve eşyalar kutulardan çıkmaya başlıyor. Sonrasında yeni bir düzene adapte olma süreci. Bu süreci tamamladığınızın en bariz göstergesi, gece ışıklar kapalıyken evin içinde dolaşabilmektir. Eğer hiçbir yere çarpmadan amacınıza ulaşabiliyorsanız süreç tamamlanmış, yeni evinize adapte olmuşsunuz demektir.

Kadın ve Kibrit



  İlkbahar geliyor, hava güneşli, bir kaç saatliğine olsa da... Çantama, yarısını okuduğum, diğer yarısını da okumak istediğim kitabı atıyorum, cüzdan, telefon, su şişesi, bir de kibrit kutusu. Sigaram yok. Cüzdanda para yok. Cüzdanı niye aldım, kibriti niye attım bilmiyorum. İskeleye atlıyorum... İskele sizin bildiğiniz iskelelerden değil, benim bisikletin ismi. İç Anadolu'da beni sahil kenarına götürebilecek tek taşıt, İskele.

  Okula gidiyorum, güzel bir ağaç bulup altına kuruluyorum. Zaten ben okula gitmeyi haftasonları daha çok seviyorum. Çok başarılı bir öğrenci değilim, CC ve üstüyle yetiniyorum, ama derse giderken şarkı söylüyorum içimden, bazen ıslık çalıyorum. Gün geliyor ağaçlara bakarak yürüyorum. Tabi bunlar değerlendirmeye dahil değil, önemli de değil. Dahil olmadığı için seviyorum.

  Kitabı açıyorum, başlıyorum okumaya, Kürk Mantolu Madonna... Daldığım yerden bi sesle dönüyorum.

Söyledim İşte





Çok vakit geçmedi yağmur başlayalı,
Pencereler ıslak ıslak bağırıyorlar.

Kulaklarımı tırmalar pencereler,
Işığın hükmünü yitirmesiyle kapandılar.

Son bir veda en çok elimde olan,
Ölmeli miyiz ?
En ıslak hayallerde ulaşabiliyoruz,
Belki de sessiz sedalara.

Belki bir gün muhteşem karakterler gibi,
Kendimizi kanıtlarız.

Özentilikten kurtulup, muhteşem insanlar oluruz.
Ya da olduk.

En muhteşemi yaşamaktı yıldızlar.
Tutunmaya çalışmaktı yıldızlar.
Muhteşem yıldızlar gibi insanlar.

Ve olduk.
Parlaklıktan doğan savaşımızda
Galip gelip, sıyrıldık.

Allah kahretsin bizim gibi insanlığı.
Allah kahretsin gelmiş geçmişliğimizi.


İkarus




Bir uçurumun kenarındayız. Fark edilmeyecek kadar “yokuz” da aslında o sırada. Sonsuz son sigaralar içiyoruz rüzgarla birlikte. Dalga sesleri, rüzgar uğultusu varlığını bastırıyor. Hiçbir şey yok kendini hatırlatacak.

Tak hadi kanatları İkarus!

Balmumundan kanatlarla özgürlük aramaya benziyor bizimkisi. Tam özgürüz dediğimiz anda güneş yakıyor kanatlarımızı ve bum. Ege Denizi'nin dibindeyiz. Sonrası derinlik sarhoşluğu. Yaşadığımız hayal hayatlar.

Güneş yakmasın diye alçaktan uçuyoruz sonra kaldığımız yerden. Denizin nemi ıslatıyor bu kez kollarımızdaki kaz tüylerini ve bum. Ege Denizi'nin dibindeyiz. Sonrası derinlik sarhoşluğu. Vurgun. Ege'nin öldüğü denizde ölmeyi sevdik demek ki. ( Kimsesizlikten Kardeşler’e selam olsun! )

Son Işık



 ‘’Yahu dur gitme. Diye mi başlamam gerek illa cümleye her gitmek istediğinde ? Nedir yani , fonda arabesk müzik mi olsun ? Arkadaş biz düşündüklerimizi, hissettiklerimizi direk söyleyemeyecek miyiz ? Madem gitmek vardı içinde neden bu kadar çektirdin ?’’

 Aradan geçmiş kaç ay bilemedim. 
 Yine düşmüşüm zaman sorunsalına. 
 İtiraz etmek ne mümkün,
 Olmuş bitmiş de bana ardından bakmak kalmış.

‘’Oğlum Fehmi az otur soluklan. Nedir bu halin ?’’ dedi Yücel, Fehmi’nin içindeki derdi sıkıntıyı bir çırpıda çekip çıkaracağını sanarak.

 Şimdilerde hatırlamadığı bir andı Yücel için Fehmi’yle ilk karşılaştıkları an. Üzerinde simsiyah yoksulluk ve elinde bir atımlık kurşunu kalmıştı. Her yeni başlangıcaydı tüm öfkesi. Dönüp dönüp aynı yere varmaktı en çok canını yakan. Son olsun dedi, asla olmayacağını bilerek. Öfkeli, yitik bir adamın sonradan gelen aklı, tek yol göstericisi olmuş da geri duramamıştı.